21 Ocak 2017 Cumartesi

Emirgan'da Bir Gün

Bir kış günü, İstanbul'da üç kız boğazın bir kıyısında buluşmuş. Kızların isimleri; Ravza, Rümeysa ve Merve’ymiş. Üçü de çok yoğun ve bunaltıcı bir haftanın sonunda kendini Emirgan’da Sakıp Sabancı Müzesi’nde bulmuş. Müzede o gün “Boğaziçi’nde Şıngır Mıngır” adlı sazlı sözlü bir etkinlik varmış. Bir oda dolusu insan, bir yandan Ersu Pekin’in anlatımıyla Boğaziçi’nde insanlar nasıl şarkılar söylermiş, kimler çalarmış, onları öğreniyor, bir yandan da Güzin Değişmez’in sesini, Binnaz Çelik’in kemençesini, Safinaz Rizeli’nin kanununu dinliyormuş. Etkinlik şöyle gerçekleşiyormuş; Ersu Bey anlatıyor, sonra Güzin Hanımlar söylüyor, sonra tekrar anlatı, tekrar müzik, tekrar anlatı öyle, öyle, müzik varken konuşmaya ne hacet, ama bunları da söylemek gerek diye ikilemler arasında bir oda dolusu insan mest oluyormuş. Bu arada Ersu Bey de anlatırken kimi zaman yağlı boya resimler kimi zaman minyatürler üzerinden de gösteriyormuş ki anlattıklarını, tahayyül edebilmeleri kolay olsun. 

Devamını Merve’den dinleyelim.

Defterime küçük küçük notlar alıyorum: 
“Davul başkasının sırtında, tokmak başkasının elinde.”
“Bir yalıda bir elçiye verilen ziyafette 50-60 hanendeden bahsediliyor.”
“Düğünde çalacak eserler için yalıya kapanıp aylarca çalışıyorlar, yeni besteler için.”
“İnsanın tenezzühe ihtiyacı vardır.”

“Homo Ludens - Johan Huizinga, Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme
Kültür, insanın oyuncu özelliğinden dolayı olur.
Oyunun dört özelliği: 
  • Zaman
  • Mekan
  • Oynayanlar biteceğini ve gerçek hayata döneceğini bilirler.”
  • Son derece ciddi bir iş.
“Mehtap Alemleri, Semih Mümtaz’dan okuyor, 1946, Canlı Tarihler, İstanbul, Türkiye Yayınevi sf. 89” 
“Sazın arkasında 200 kayık, yalnız saz dinlenir, ara ‘küreeeek’ nidası.”
“Bin bir geceden bir gece çaldık ya, hamdolsun.”
“Abdülhak Şinasi de mehtapları güzel bir şekilde anlatmış.”
“Müzik mekânsaldır.”

Bir yandan notlar alıp, bir yandan dinlerken bir yandan da dinleyenleri izliyorum. Kimi eşlik ediyor, kimi sadece dinliyor, kimi bir yandan ritim tutuyor. Sonra Ravza, dinleyenler arasında Uğur Derman’ın da olduğunu söylüyor, o mu değil mi diye çokça bakıp, kendisi olduğunu anlayınca, aynı mecliste olmaktan dolayı pek çok seviniyorum. 

Bir ara Ersu Bey kitaptan bize bir bölüm okurken bırakıyor, bize bakıp “bir de Türkçe vardı, onu kaybettik.” diyor, kaybettiğimiz onca şeye üzülürken, bir de giden Türkçemize üzülüyorum, kullandığım kelimelerden utanıyorum. 

Ah. 

Söyleşiden çıkınca sergiyi de dolaşalım diyoruz, Feyhaman Duran’ın sergisi. Bakın şu beyitler çok güzel, alınacak çok ibretler var, fotoğrafını çekelim, paylaşalım arkadaşlarımızla diyoruz. Sonra tablolara bakıyoruz birer birer, hem hattat hem ressam olduğundan dolayı, Feyhaman Bey'in içinde hat olan resimleri ilgimizi çekiyor. Sonra bakıyoruz, sanki bir evin odası sergileniyor, soruyoruz görevliye, Feyhaman Bey’in eşyalarıymış. Ne kadar da güzel, o koltuklar çok küçük değil mi, ayol biz sığar mıyız, tabi sığarız, bak sandalyeden geniş, hantal değiller ya diyoruz. Kim bilir o koltuklarda kimler ağırlanmıştır, neler ikram edilmiş, ne sohbetler edilmiştir. 
Sergiden çıkıyoruz, boğaz kocaman, turuncu bir yük gemisi geçiyor, kocaman dalgalar bırakıyor, dalgalar kabarıyor, bizdeki dertler azalıyor, onca musiki yetmemiş gibi, bir de deniz şifa oluyor. 

Merve sözü bırakıyor.

Üç kız tepeden boğazı temaşa edip de aşağıya doğru inerken aralarında şöyle bir konuşma geçiyor:
-Böyle bir müzem olsun istiyorum.
-Ben müze değil ya, kütüphanem olsun isterim.
-Ben de kitap kafem olsun istiyorum.

Daha sonra merdivenlere yöneliyorlar, basamaklara karda kışta insanlar kaymasın diye konulmuş paspaslardan kimileri kaymış, onları üçü birlikte adımlarıyla çeke çeke düzeltiyorlar. O sessizlikteki o üç kızın adımları, bir yandan da muhabbete devam edişleri, güzel bir film sahnesi olurdu doğrusu.
Sonrası çokça muhabbet, çokça hayal, çokça dua. 

Merve tekrar söz alıyor.

Ay bunlar olduktan iki gün sonra, facebook’a bir giriyorum, arkadaşım Hatice, sayfasında Çiçek Derman’ın röportajını paylaşmış. İlk okuduğumda da çok sevmiştim, çok da önemli bir yeri vardır bende, çalışmam da lazım ama, büyüklerin nasihatleri vakte bereket olur, okuyayım bir şey olmaz diye tekrar okuyorum:

“Unutamadığınız ev ziyareti?
Üzerimde tesiri büyük olan ev ziyaretini, 30 Aralık 1964 tarihinde, ressam ve hattat Feyhaman (1886-1970) ve Güzin Duran (1898-1982) âilesine yapmıştık. Daha evvelden haber verip, müsaade aldık ve Dr. Süheyl Ünver hocamızın başkanlığında, Uğur Derman, Azade Akar, ablam İnci Birol ve ben (Çiçek Ayan) bu ziyareti gerçekleştirdik. O tarihte henüz nişanlı olduğum için babamın soyadını taşıyordum. Duran’lara Ramazan tebrîki olarak düşünülen bu ziyâret, saat 14.45’de kapı zilini çalarak başladı ve saat 17.00 ye kadar devam etti.”

Ayol resmen benim zamanında özendiğim ev ziyaretini Feyhaman Duran’a yapmışlar, biz de iki gün önce onun resimlerini görmüşüz, yetmemiş, evinden bir bölümünü görmüşüz, uzun uzun incelemişiz, eşyalarını çokça sevip hayaller kurmuşuz. Ondan önce de Uğur Derman’ı görmüşüz, ben Ravza’ya dönüp, hanımı Çiçek Derman’dan bahsetmişim. “11 Kahvesi programında izlemiştim ben onları, sen de izle” demişim. 

Eh oturup da yazayım o zaman bunları, unutmamış oluruz, 2017 yılında, bir cumartesi günü neler olmuş, tarihe not düşelim. Hatta amaç madem tarihe not düşmek, o zaman hikayenin bütünlüğünü düşünmeden şu notları da kısa kısa düşelim:

• O gün üç kere otobüse koşup, üçünde de çok iyi şoförlere rastladık.
• 4 km çok değil ya, yürürüz deyip, 400 metre yürüyüp, üşüyüp, otobüse binmeye karar verdik.
• Şu konuda belgesel çekebiliriz, şöyle bir radyo programı hazırlanabilir dedik.
• Butik bir facebook hesabı açıp, rahat rahat düşüncelerimizi paylaşalım, tartışalım dedik.
• Navigasyonla Ortaköy’de pizzacı bulup, dolu olduğunu öğrenince “Burada başka pizzacı var mı?” dediğimizde adamın ne kadar bozulduğunu gördük. “yok” dedi, ama onu derken “İstanbul’da gerçek tek pizzayı ben yaparım sadece.” iddiasını anladık biz.
• Birbirlerimize diziler, filmler, makaleler tavsiye ettik. (Black Mirror, Predestination, Queen of Katwe, Namık Sinan Turan’ın Feyruz ile ilgili makaleleri)
• Neydi resimlerine baktığımız adamın adı yaa? Fahri? Fay? Dur bakayım, Feyhaman. Aklımızda nasıl kodlayalım? Feyh aman. 

Buraya kadar okuyanlar için de dev hizmet:
Yazıda geçen Çiçek Derman’ın röportajının linki: 
http://www.nihayet.com/turkiyenin-anketi/evi-yuva-yapan-nedir/prof-dr-cicek-derman/

Trt Türk, 11 Kahvesi, Çiçek Derman ve Uğur Derman’ın katıldığı programın linki: https://www.youtube.com/watch?v=oaTzf0qQLTs

Salâh Birsel’in Boğaziçi Şıngır Mıngır kitabı: http://www.dr.com.tr/Kitap/Bogazici-Singir-Mingir-Salah-Bey-Tarihi-3/Salah-Birsel/Edebiyat/Deneme-Yazin/urunno=0000000137629

Oyunlarla ilgili olan kitap: http://www.idefix.com/Kitap/Homo-Ludens/Johan-Huizinga/Arastirma-Tarih/Sosyoloji/urunno=0000000065408?gclid=CjwKEAiA8JbEBRCz2szzhqrx7H8SJAC6FjXXGhT-I0_fPNK_Q56DuJT3Ycu4naeu-a-YMyL0uuCamhoCdLTw_wcB

Namık Sinan Turan’ın makaleleri için:
https://istanbul.academia.edu/NamikTuran

Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki bir dahaki etkinlikleri kaçırmamak için: https://www.facebook.com/pg/SakipSabanciMuzesi/events/?ref=page_internal